Sıkıntıdan Sonra Gelen ferahlık
Cenab-ı Allah (cc) kendisine halife seçtiği insanoğlunu dünya hayatında imtihana maruz bırakarak, kendisine en yakın olanı seçer. Bu kutlu yolculuk Ahirette, ebedi olan cennet kapısının açılmasına neden olur. Cennet hayatında en güzel makama koymak için sıkıntıları üzerine yağmur gibi yağdırır. Kainatın yaradılışından ve Adem babamızın dünya hayatına inmesinden , kıyamete kadar da devam edecek olan insanoğlunun imtihanı, ölümle son bulacaktı. Allah (cc) bu manzarayı bize Kur’an’ı Kerimde öyle güzel anlatıyor ki, ayetlerde imtihan karşısında insanların nasıl bir psikolojik duruma düştüğünü açık bir şekilde gösteriyor .Kur’an, Allah‘ın insanlığa gönderdiği mucize derinlikli ve eşi benzeri olmayan bir mesajıdır. Gönderilen bu mesajlar biz insanların hayatına yön katmalı ve doğru yol olan, sırat- i müstakim yolunda Allah ‘ın rızasını kazanmak için gayret edilmelidir. Kur’an bize dönemin derslerini verirken, aynı zamanda da hadiselerin resmini çizer ve o hadiselerde yer alan şahısların hem iç yüzünü hem de dış yüzünü ortaya koyar. Kur’an’dan istifade etmek, öncelikle O’na olan sonsuz itimada bağlıdır. Kul, itimadı kadar istifade eder.
Yüce Allah İsra suresinin 67. Ayetinde şöyle buyuruyor;
“Denizde herhangi bir musibete maruz kaldığınızda yardımınıza sadece Allah yetişir de, ilâhlaştırarak kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar ortada görünmez olur. Ne var ki, Allah sizi kurtarıp selâmetle karaya çıkarınca da O’na sırt çevirirsiniz. İşte insan, böylesine nankördür.”
Bu ayetin tefsirine baktığımız zaman görüyoruz ki, İnsanlar denizde gemiyle seyahat ederken bir felâketle yüz yüze gelseler, kimilerinin tanrı bilip güvendikleri bütün uydurma güçler kaybolur gider ve orada Allah ile baş başa kalırlar, O’na yakarırlar; fakat esenliğe kavuşunca yine eski hallerine dönerler. Allah onların bu hallerini nankörlük olarak nitelemektedir. Bu ifade, bir kısım insanların günlük hayatlarında Allah’ı tamamen unuttuklarını, O’nu âdeta hayatlarından sildiklerini, Allah yokmuş gibi davrandıklarını; fakat çaresiz kaldıkları zaman da O’na sığındıklarını, normal şartlara dönünce, yine unuttuklarını bildirerek bunun Allah’a karşı bir nankörlük ve dolayısıyla dinden uzaklaşma olduğuna işaret etmektedir. Günümüz din felsefesi incelemelerinde, “Tanrı konusunda ilgisizlik” şeklinde tanımlanan bu tutum ateizmin bir türü olarak gösterilmekte ve buna “ilgisizlerin ateizmi” denilmektedir (bilgi için bk. Etienne Gilson, Ateizmin Çıkmazı, s. 23-30).
Dünya hayatını bir deniz misali görürsek eğer, çektiğimiz sıkıntılar, maruz kaldığımız musibetler denizin fırtınalı dalgalarına benzer. Bu azgın dalgalar içinde boğulmamak için can simidine çok ihtiyaç vardır. Bu can simidi ancak kalbimizde taşıdığımız, ruhumuzu ve bedenimizin her zerresini saran iman olacaktı. Öyle bir iman ki, eşi ortağı olmayan, sebeplerin tümüyle tükenmiş bir halde iken Allah ‘a karşı olan derin iman ve itimat bizi sahili selamete götürecekti. Denizin acımasız dalgalarından ancak Allah (cc) kurtaracaktı. Sahili selamete çıkan insan , O’nu sahile çıkaran kimse, rahat zamanında dahi kendisini rızıklandıran ve rahmetini üzerine yağdıran da O olacaktı. Kul her daim O’na karşı itimadını ve inancını her an taze tutması gerekiyor. Bunun kalp ve ruhta taze kala bilmesi için , heran imanı takviye edecek fillere ihtiyaç vardı. Takviye edilmeyen iman her zaman azalmaya ve zamanla kaybolmaya mahkumdur. Ayette açık ifade edildiği gibi, “...Ne var ki, Allah sizi kurtarıp selâmetle karaya çıkarınca da O’na sırt çevirirsiniz. İşte insan, böylesine nankördür.” Evet, O’ndan yüz çevirmek nankörlük” olarak ifade edilir. Kimdir nankör? Nankörlük etmesinin nedeni nedir? Bütün bu soruların yegane cevabı, insan kendi nefsini ve Rabbi’ni tanımamasıdır. Nefsini bilen Rabbini de bilir ve ona göre yol alır. İnsanın nankörlük hastalığı onu hem dünya hayatında hem de Ahiret hayatında en zelil hale koyar. Kur'an'ın müteaddit ayetlerinden anlaşılan o ki; nankörlük, adetâ insanı karakterize eden bir özellik durumundadır. Başına bir musibet geldiğinde Allah'a yalvarır, kendini emniyette hissedince de O'nu unutur. Rabbi kendisine bir nimet verdiğinde ona sevinir, fakat kendi hatası yüzünden başına bir kötülük geldiğinde nankörlük huyu yeniden depreşir.
Kur’an’da pek çok ayetler insanın sıkıntılı anındaki durumunu ifade eder. Bir başka ayette,
“İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinir, şımarırlar. Bizzat işleyip, elleriyle (gelecek hayatları adına) gönderdikleri günahlar sebebiyle başlarına bir musibet gelince, bu defa da hemen ümitsizliğe düşerler.” Rum, 36
Meşhur müfessir Fahruddin er- Razi, Tefsir-i Kebir- Mefatih’ul Gayb eserinde bu ayeti şöyle tefsir ediyor;
“Cenâb-ı Hak, şirki aşikârdan müşriklerin durumunu beyân edince, bundan daha hafif olan müşriklerin durumunu da beyan etmiştir ki, bu da, Allah´a ibâdetleri, dünyasından dolayı olan kimselerdir. Çünkü Allah, ona lütfettiğinde, razı olur ve hoşnutluğunu ifade eder. Vermediğinde ise öfkelenir, ümitsizliğe düşer. Halbuki kulun, böyle olmaması gerekir. Tam aksine onun, sıkıntıda da bollukta da, Allah´a ibadet etmesi gerekir. Zira insanlardan, Cenâb-ı Hakk´ın da, "insanlara bir zarar isabet ettiğinde, Rablerine, O´na dönerek dua ederler..."(Rum, 33) buyurduğu gibi, başı dara girdiğinde Allah´a ibadet edenler olduğu gibi, yine Cenâb-ı Hakk´ın da: "Ne zaman, İnsanlara bir rahmet tattırdıysak, onunla şımarmışlardır" beyan buyurduğu gibi, O´na, kendisine nimet verdiği zaman ibâdet edenler vardır... Bunlardan birincisi, azâb korkusundan dolayı, zorla hizmet eden kimse gibi; ikincisi de, ücretin tahakkukunu gözeten, ücret karşılığı hizmet eden kimse gibidir ki, bu her iki grup da, maaşlarını iş olsun olmasın alan, devamlı kadrodaki görevliler derecesinde olmazlar. Aynen bunun gibi, mezkûr iki kısım da Rableri katında mükâfaatı olan mü´minlerden olmazlar. Burada şöyle bir mesele vardır: Cenâb-ı Hakk´ın, bu ayetteki "Onunla sevinirler..." ifadesi bu kimselerin himmetlerinin düşük, fikirlerinin kısır olduğuna bir işarettir. Çünkü bunların sevinçleri, o şeyin, Allah´tan olmasından dolayı değil, o şey sebebiyledir.
“(Ey Rasûlüm,) de ki: Ancak Allah’ın lütf u keremiyle ve rahmetiyle, evet sadece bununla sevinip ferahlasınlar. Çünkü bu, onların dünyalık olarak toplayıp biriktirdikleri her şeyden daha hayırlıdır.” (Yunus, 58) Ayetinde emredilmiş olan bir husustur. Halbuki Allah burada, rahmetten dolayı sevinmeyi kınamıştır. O halde, bu nasıl olur?" derse, buna şöyle cevap verilir: Biz deriz ki, orada Cenâb-ı Hak, onların rahmetin Allah´a nisbet edilmiş ve O´ndan gelmiş olmasından dolayı, o rahmetle sevinmeleri gerektiğini belirtmiştir. Burada ise onlar, rahmetin bizzat kendisiyle sevinmemişlerdir Öyle ki, meselâ o yağmur, Allah´dan başkası tarafından olmuş olsaydı, onlar bu sayede duyacakları sevinç, o yağmurun Allah´tan olması ile duyacakları sevince denk olurdu...
Bu tıpkı şuna benzer: Hükümdar, üst düzeydeki bir yetkilisine bir tepsi içinde bir pide ikram eder, yahut hizmetçisine, onun önüne bir tatlı koymasını emrederse, o görevli bundan dolayı sevinir. Hükümdar, hiç iltifat etmeksizin bir fakire de pide veya tatlı gönderse, o da sevinir. Fakat görevlinin sevinci, bunun hükümdar tarafından gönderilmesi, fakirin sevinci ise sırf pide ve tatlıya kavuşması sebebiyledir.
Cenâb-ı Hak, "Kendi ellerinin öne sürdüğü günahlar yüzünden, onlara bir fenalık isabet edince..." buyurmuş, onu Kendisi lütfettiği için, nimetten bahsederken, nimetin sebebinden bahsetmemiş, ama azabtan bahsederken, onun sebebini de zikretmiştir. Çünkü birincisi, İhsanda arttırmadır; ikincisi ise, adaleti gerçekleştirmektir. Cenâb-ı Hakk´ın, "Hemen onlar ümitlerini kesiverdiler..." beyanındaki Iafzı mufâcee içindir. Yani, onlar buna, azıcık olsun, sabretmezler. Çünkü Allah, onların bu sıkıntısını giderecektir. Allah onları, işte bununla anar, zikreder. ”
Bu Kur’an’ı beyanlar bizleri bu psikolojik rahatsızlıklara karşı hem uyarıyor , hem de bu rahatsızlıktan nasıl kurtulmamızın reçetesini sunuyor. Verilen nimet karşısında şımarma hastalıksa eğer, o hastalığın ilacı nimeti verene karşı şükür ve sunulan nimetleri Allah yolunda istifade etmekti. Yoksa, bunu ben kazandım istediğim gibi tasarruf ederim mülahazalarına kapılmak nankörlük ve şimarmayı yanında getiren faktörlerdir.
Maruz kalınan sıkıntılarda ümitsizliğe kapılıp ve ümitsizlik deryasında boğulmanın ilacı da bize verilerek, yarınlara ümitle bakmayı öğretmektedir. Yaşanmış olunan her hangi bir sıkıntı varsa bizlere birer ders mahiyetinde olup, sabredersek eğer manen bizi yoğurup olması gereken kıvama, yani kulluk kıvamına getirecektir. Böylelikle zahiren görünen bütün bu olumsuzluklar, geleceğe ferahlık getirecektir.
Bütün bu ayetler bizleri tedavi ederken, aynı zaman da kendisinde barındırdığı manaları asırlar sonrasına birer güneşin şuaları gibi aydınlatmaktadır. Bu şuaların iklimine girince insan, ister denizde olsun ister sahili selamette kul, her daim yaşadığı olumlu ve ya olumsuz hadiseler karşısında her daim bir elif gibi dik durarak, hadiseleri sabır dürübünüyle izleyecek ve temkinli adımlarla yoluna devam edecektir.
Bu yazıyı sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz :
Kaynak : Konularla İslamiyet
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle