Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu/Birinci Kısım (Bölüm 6)
Evet, ben hakikaten garip, anlaşılmaz bir çocuktum. Hocalarımın zayıf damarlarını yakalamıştım. Her birinin en ziyade neden üzüleceğini gayet iyi keşfeder ve ona göre işkenceler hazırlardım.
Mesela Sör Matild isminde ihtiyar ve son derece mutaassıp bir musiki hocamız vardı. O, mesela duvardaki Meryem heykelinin önünde gözlerinde yaşlarla dua ederken, heykelin etrafında uçuşan sinekleri göstererek: "Ma Sör, aziz annemizi melekler ziyarete gelmiş" gibi bir sözle en can alacak yerinden vururdum.
Bir başka hocamızın son derece temiz ve titiz olduğuna dikkat etmiştim. Yanından geçerken kalimimin iyi yazmamasından şikâyet eder gibi yapar, onu şiddetle sallayarak zavallının bembeyaz yakasına mürekkep sıçratırdım.
Yine bir tanesi vardı ki, böceklerden pek korkardı. Kitaplardan birinde boyalı bir akrep resmi bularak makasla etrafını kestim, sonra bu kâğıt parçasını yemekhanede yakaladığım iri bir at sineğinin sırtına zamkla yapıştırdım ve akşam mütalaasında bir bahane ile hocamın yanına yaklaşarak kürsünün üzerine bıraktım.
Ben Sör'ü lakırdıyı tutarken sinek yürümeye başlamıştı. Zavallı kız, havagazı lambasının ışığında korkunç bir akrebin kıskaçlarını, kuyruğunu titreterek kürsünün üzerinde yürüdüğünü görünce bir feryat kopardı. Yanında duran bir "T" cetvelini yakalayarak bir vuruşta sineği kürsünün üzerine yapıltırdı; sonra arkasını duvara dayayıp elini yüzüne kapayarak küçük bir baygınlık geçirdi.
O gece yatağımda ben de bir yarım saatçık sağdan sola, soldan sağa döndüm ve kıvrandım.
Şöyle böyle on iki yaşında vardım. İçimde ar ve haya duyguları hayli inkişaf etmişti. Hocama yaptığımdan utanıyordum. Sonra kabahatimin kolay geçiştirilecek kabahatlerden olmadığını anlıyordum. Ertesi gün muhakkak istintaka çağrılacak ve kim bilir ne olacaktım.
Uykum arasında Sör Süperiyör'ü birkaç kere karşımda gördüm. Çatkın bir çehre ile üzerime yürüyor, gözlerini açıyor, bağırıyordu.
Ertesi gün birinci ders vakasız geçti. İkincinin sonlarına doğru kapı aralandı; içeri giren bir Sör, hocaya bir şey söyledikten sonra beni eliyle dışarı çağırdı. Dehşet!
Ben omuzlarımı kısarak, dilimi çıkararak kös kös dışarı çıkarken çocuklar gülüyorlar, hoca cetveliyle hafif hafif kürsüye vurarak onları sükût ve ciddiyete davet ediyordu.
Biraz sonra Sör Süperiyör'ün odasında idim. Fakat hayret! Müdirenin çehresi rüyada gördüğüm çehreye hiç benzemiyordu. O kadar ki, bir an akrepli sinek oyununu icat eden ve hocanın bayılmasına sebep olan yaramazın ben değil, o olduğuna inanacak gibi oldum.
Yüzü mahzundu, dudakları titriyordu. Beni elimden tutup göğsüne çekecek gibi bir hareket yaptı. Sonra yine bıraktı:
- Feride çocuğum... Sana bir haber vereceğim... Üzücü bir haber... Fakat lazım... Baban bir parça hastaymış... Bir parça diyorum ama galiba ziyadece...
Sör Süperiyör, elindeki bir kâğıt parçasını buruşturuyor, sözünün arkasını getirmeye muvaffak olamıyordu.
Beni sınıftan getiren Sör'ün birdenbire mendilini yüzüne kapayarak dışarı çıktığını gördüm.
Anlamıştım. Bir şey söylemek istiyordum. Fakat Sör Süperiyör gibi benim de dilim tutulmuştu. Başımı çevirerek açık pencereden karşıki ağaçlara baktım. Güneş vurmuş tepelerinde kırlangıçlar uçuyordu.
Birdenbire bana da onlar gibi bir canlılık geldi:
- Anladım Ma Sör, dedim, üzülmeyiniz... Ne yapalım... Hepimiz öleceğiz...
Bu defa da Sör Süperiyör başımı göğsüme dayadı ve uzun müddet bırakmadı.
Kabul günü olmadığı hâlde biraz sonra teyzelerim beni görmeye geldiler. İzin alarak eve götürmek istediler. Razı olmadım. İmtihanların çok yakın olduğunu söyledim. Mamafih imtihanların çok yakın olması beni o gün her zamankinden fazla azgınlık etmekten menetmedi. O kadar ki, akşam mütalaasında şiddetli bir ateş bastı, tembellerin yaptıkları gibi kollarımı sıranın üstüne koyarak uyukladım ve o gece yemek yemedim.
Ertesi sabah uyandığım zaman her zamanki Çalıkuşu idim.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle