Oyhan Hasan Bıldırki - Çocuklar
Mecnun’un kederi kaderimiz olsa, isyan ederdik.
Çocuklar, geleceğimizin “tunç askerleri!” Çocuklar, neşe kaynağımız, gurur ve sevincimizin mihenk taşı. Onlar, şöyle ya da böyle, günümüzle yarınlarımız arasında kurduğumuz köprülerimiz. Sözün özü; lâlemiz, papatyamız, ceylanımız, aslanımız.
Bu yüzden her ana baba, “yavrum” diye bağrına bastıkları çocuklarının üzerine titrerler. Güzel bir geleceğin sahibi olmaları için, varını yoğunu, hemen her şeylerini, göz nurları, biricikleri adına harcamaktan çekinmezler. Şüphesiz bu harcamalarda, dişten arttırılan birikimlerin yanında, uğrunda akıtılan nice alın terleri de vardır. Sevginin dik yokuşlarına tırmanmak zor. Sevgide tutunmak, onu, kuru söz olmaktan çıkarıp, yaşanır duruma getirmek de sayısız fedakârlık ister. Bir bakıma sevgi, çocuklarımızın eğitimi üzerine titrememiz değil midir? Eğitimi hiçe sayan bir anlayış, geleceğimizi “vahşet çağı” olarak kurmaya çalışmak demektir. Böyle bir çağda yaşamayı kim ister?
Yalnız, çocuklarımızı eğitirken, iz bırakıcı örneklerle yola çıkmalıyız. Unutmayalım ki doğru örnekler, geleceğimizin de sigortası olacaktır. Ağaç dikme alışkanlığı kazandırdığımız bütün çocuklar, ömürleri boyunca bu işe sevdalanacaklar ve ormanlarımızın tüketilmesine de asla göz yummayacaklardır. Bilgisayar kullanmayı öğrettiğimiz çocuklarımız da, hem “bilgi çağı”nı yakalayabilecekler, hem teknolojinin bütün inceliklerinden yararlanacaklardır. Yeter ki biz büyükler, eğitim işine soyunurken, geleceğimizin körpe fidanlarına, kaldıramayacakları oranda yükleme yapmayalım. Olmasını istediğimiz bazı şeyleri örneklemek, hem onları, hem bizi kırmayacak doğru sonuçlara ulaşmamızın en kestirme yoludur. Gökyüzünden hoşlanmayan bir çocuğu, ille astronot olmaya zorlamak yanlıştır.
Bırakalım onlar, olmalarını bizim istediğimiz dallarda değil, kendilerinin seçtikleri yollarda at koştursunlar. Başarının biricik yolu, sevilen oyunlarda önder olmamız değil mi?
“Üzüm, üzüme baka baka kararır” derler. Doğru. Ancak herhangi bir üzüm salkımında “imrenilecek tanecikler” arasında, çürük olanlarına da rastlanır. Hayat yolunun çeşitli basamaklarını tek tek geçerken, ne olursa olsun, çürük üzüm taneciklerine benzemeye çalışmamalı, daha olgunlaşmak, mutlu yarınlarla kucaklaşmak için, “diri taneleri” kendimize örnek almalıyız. Bu örnek alışta, benzemeye çalıştığımızı “geçmek” ilkemiz olmalıdır. Doğru düşünceleri ve düşünenleri izlemek, başarı kapılarını açacak biricik anahtardır.
Önce kendinizle barışık olun çocuklar, kendinizi iyice tanıyın. Eksikliklerinizi törpüleye törpüleye olgunlaşırsınız. Gelecek, olgun barışçıların çoğalması oranında, daha da parlak olacaktır. Çocuk gönlümüzün masal kahramanlarının koyu gölgeliklerinde dinlendiği uçsuz bucaksız ormanlar, lekesiz gökyüzünün örttüğü geniş ovalar, alçaklı yüksekli bin bir renkli dağlar ve sınırsız hür ufukları kucaklayan engin denizlerin süslediği bir ülkede yaşamak, sizden öncekilerin muhteşem rüyâsıydı. Olmadı. Siz, bu rüyâyı gerçeğe çevirin.
Çocuklar, sabırsızlığın deli fişekleri. Dur durak bilmezler, hiç de yorulmazlar. Terden sırılsıklam olsalar da, sırtlarına havlu koydursalar bile, asla bunalmazlar. Alımlısı, çelimsizi, tıfılı, oburu sanki birer enerji topu. Onları ateşleyecek fitile uzanmak çok kolay. Ama art arda sıralanacak sorulara katlanmayı göze alırsanız. Onca soruyu nereden bulurlar, kestirmek güç. Aslında arada bir sizi de denerler. Bilmez pozlarına yatar, yanlışınızı düzeltmeye çalışırlar. “Ne, kim, niye, neden, niçin, o ne?” gibi sorulara karşılık vermeye çalışırken, birdenbire siz de “aya merdiven kurma”ya kalkışırsınız. Güzelim ay, gelip kucağımıza kurulmayacaksa; bu defa biz, onun üstüne çıkıp bütün dünyaya ve canlı cansız varlıklara, nanikler gönderip “İyi akşamlar!” desek fena mı olur?
“İyi akşamlar!”
Çocuklar, birbirinizi sevmeye şimdiden alışın. Nasıl olsa daha sonraki günlerde, isteseniz de, istemeseniz de birlikte yaşamak zorunda kalacaksınız. Çocukluk, bambaşka bir dünya. O dünyada her ne kadar kıskançlık, öfke ve şiddet bulunsa da, hemen bütün zorlu kavgaların sonunda, yelkenler suya iner, dargınlıklar biter, sevgi ve paylaşma isteğini öne çıkaran rüzgârlar eser. Gerçekten insan, sebepli sebepsiz dökülen gözyaşının, kısa aralıklarla da olsa parlayan gülümseyişlerin değerini, çocukların dünyasında daha iyi anlar. Saflık, kanar gibi olma, hemen inanma, küçük şeylerden mutluluk duyma, toz duman öfkelere sünger çekme, öğrenmenin sayısız merdivenlerine tırmanma isteği, amma ille de sevgi bu dünyanın temel taşlarıdır.
Hüner, usta bir duvarcı bulmak, onca taşı ustalıkla birbirine tutturmaktır. Bunu başardığımız gün, ne geleceğimize kıyar, ne de çocuklarımızı “dibi görünmez kör kuyular”a atarız. Mutluluk içinde yaşamanın sırrı da bu değil mi?
Bir arada yaşamak çok güzel. Ancak kalabalık içinde yalnız olduğunu unutma. Çünkü sizden öncekiler, bulmaca doldurmayı, bilmece çözmeyi sevenler; altında yaşadığımız şu masmavi gökyüzünü, ürettikleri füzelerle yıldız yıldız delmeyi marifet saydılar. Onlar dünyanın çeşitli yerlerinde, kurcaladıkları kinler, sıkboğaz ettikleri öfkelerle, varlı vakitsiz kör talih günlerde, Bosna’da, Grozni’de, Filistin’de ve Azerbaycan’da, henüz sevgilere yürekleri yelken açmaya başlayan, okyanus gönüllü körpecik çocukları da katletmekten çekinmediler. Üstelik yedi renkli gökkuşağından da utanmadan, “çocuk hakları” diye diye, her devirde, her yerde, bazı akıllara sürme çeke çeke, sizi kötü niyetlerine kalkan ettiler. Öldürülen çocuk sayısı oranında da, bulundukları makamlarda yükseldiler. Alacakaranlık bir dünyada yaşamak, sizin hakkınız değil be çocuklar! Her ne kadar kalabalık içinde yalnız olsanız da, azıcık aşınızı başkalarıyla bölüşmenin yollarını arayıp, bulunuz.
Yoksa bu güzelim dünya, daracık koridorlarında nefes alamayacağınız bir zindan olur.
Anlamanın en iyi yolu, birazcık da olanı biteni gözlemektir. Gözlemlerimiz, davranışlarımızın damgasıdır. Çok defa torunlarımı, benimle birlikte oldukları çeşitli zaman dilimlerinde gözledim. Diz kırıp oturuşumu, gülümseyişimi, ses tonumu izlediklerini ve aynı biçimde davrandıklarını gördüm. Acı biber yediysem, onlar da yediler. Ancak boş bulunup da “acı” dediysem, onlar da dediler.
İşte bu noktada eğitim-öğretim kurumlarına büyük iş düşüyor. Teorik bilgilerin, hayatla kucaklaşan, boğuşan insanın başarısındaki payı, kocaman bir hiçtir. Örneklerden yola çıkarak öğrenmek, dünyanın neresinde olursa olsun, bütün çocukları, bir arada yasayabilmenin, sevginin, saygının, paylaşmanın ve mutluluğun merkezinde buluşturmaktadır. Şüphesiz bu buluşma, gençleşen ve giderek sevimlileşen yeni bir dünyanın kurulmasının temeli olacaktır.
Haydi çocuklar! Görev sizin!
Görev sizin!
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle