Mustafa Kemal Atatürk - Nutuk/16. bölüm/Cumhuriyetin ilanıyla boşa çıkan ümitler
Malûmdur ki bu Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na göre Meclis Reisi Meclis namına imza vaz’ına ve Heyet-i Vekile mukarrerâtını tasdike salâhiyettar ve Vekiller Heyeti’nin, reis-i tabiisi olmakla beraber, devletin reisi olduğuna dair bir kayıt ve sarahat-i kanuniye yoktur. Bu kanunun tespit edildiği günlerdeki şerâit ve telâkkiyât-ı umumiye düşünülürse kanunun mühim ve esaslı bir noktayı mühmel bırakmış olmaktaki zaruret kendiliğinden münfehim olur. Bu ihmal, Meclis ve Meclis Hükümeti mevcut olmakla beraber, devlet riyâseti makamının, saltanat-ı ferdiye lâğvolunduktan sonra makam-ı hilâfette mütecelli olduğu fikir ve kanaatinde bulunanları, Cumhuriyet ilânı gününe kadar ümit içinde yaşattı. Binâenaleyh Rauf Bey’in en doğru olduğunu iddia ettiği hükümet şeklinde, devlet riyâsetini Halife’nin uhdesinde tasavvur ettiğine şüphe yoktur. İşte Cumhuriyet ilânı üzerine Rauf Bey’i ve kendisiyle hem-fikir olanları telâş ve heyecana sâik olan sebeb-i hakikî, devlet riyâseti makamını Reisicumhur’un işgal etmiş olmasıdır. Fi’l-hakika, “Reisicumhur devletin reisidir” dendikten sonra Halife’ye verilecek sıfat ve salâhiyeti temîn etmekle meşgûl ve onun teveccüh ve iltifatını lutf-i ilâhî telâkki eylemekle memnun olanların sukut-ı hayale dûçâr olmaktan müteessir ve mahzun olmalarını tabii görmek lâzımdır.
Rauf Bey’in, Cumhuriyet’e aleyhdâr olduğunu itiraf etmemekle beraber, Cumhuriyet ilân edilmiş olduğu bir günde onun makbul ve pâyidâr olabilmesi için, birtakım şartların tahakkukunu isbât eylemek lüzumundan bahsetmesi, Cumhuriyet ’in, milletin saadetini müemmin olacağına itimâdı olmadığını sarahaten göstermiyor mu?!
Rauf Bey, yapılan işin sadece bir isim değiştirmekten ve üst tabakada şekil tebdilinden ibaret olduğunu söyleyerek Cumhuriyet ilânı keyfiyetinin, tıflâne ve aculâne bir hareket eseri olduğunu anlatmaya çalışırken, Cumhuriyet idâresiyle “hakikî ihtiyaçların tatmîn edilmiş olacağını zannetmek... hata-yı fâhiş olur” demekle Cumhuriyet tarz-ı idâresine ne kadar bîgâne ve ondan ne kadar uzak olduğunu isbât etmiyor mu? Rauf Bey son kanaatini teyid için “en yakın bir mazide gördüğümüz en acı tecrübeler” i hatırlatıyor. Efendiler, bu ihtarla efkâr-ı umumiyeye ne anlatılmak isteniyor?! Millet neden tahzîr edilmek arzu ediliyor?! Bunu anlamak müşkil değildir zannederim. Rauf Bey aklınca devlet riyâseti makamının, orada Halife’nin oturması temîn edilinceye kadar başka unvanla başka biri tarafından işgal edilmemesini ve fakat işgal edilmiş olduğuna nazaran yapılan işten ricâtı temîn için efkâr-ı umumiyeyi irticaa teşvik ediyor. Cumhuriyet şekl-i idâresinin kabulünde, hata-yı fâhiş olabileceğini iddia eden zatça hatanın neresinden dönülürse kâr addedilmek tabiidir. Rauf Bey Cumhuriyet şeklinin takarrür ve ilân edilmesi noktasına temas ettiği zaman şu yolda beyânâtta bulunuyor: “...... Efkârı dağıttılar. Bi’l-âhire şekl-i Cumhuriyet’in bir günde takarrür ettirilerek ilânı halkça gayr-i mes’ûl zevât tarafından tertip edilen bir şeklin emr-i vâki halinde ihdâs edildiği fikri ve endişesi hâsıl oldu. Bu endişe pek tabii görülmelidir. Ve bundan halkımızın geçen tecâribden mütenebbih olduğunu ve uyanıklık peyda ettiğini anlayarak memnun olmalıdır. Ben şahsen memnunum.” Efendiler, şekl-i Cumhuriyet’i bir günde taknîn ve ilân eden, Rauf Bey’in de pek güzel tarif ve tavsif eylediği vechile “istiklâl mücahedemizin yegâne temel taşı olan ve hâkimiyet-i milliyeyi bilâ-kayd ü şart tatbikte yüksek kudret ve kabiliyet gösterdiği, netice-i fiiliyesiyle sâbit olan, Büyük Millet Meclisi” idi. Mevzu-i bahis ettiği gayr-i mes’ûl zevâttan maksadı Meclis efkârını Cumhuriyet ilânına imâle eden ve Meclis’e bu hususta teklifatta bulunan ise, o, ben idim ve onun ben olduğumu, herkesten daha iyi Rauf Bey’in anlayabileceğini kabul etmekte hata yoktur. Eğer bunda hata varsa, “senelerden beri meyânemizde arkadaşlık ve kardeşlik hislerinden başka mütekabil itimat ve bana karşı yüksek hürmet hisleriyle mütehassis olduğunu” ifade eden Rauf Bey’in beni hiç tanımamış olduğuna hükmetmek lâzım gelir.
Benim teşebbüsât ve icrââtımı, halkın endişesini mûcib olacak mahiyette telâkki ve ilân-ı şâd-mânî eden halk namına aksini, fuzulî olarak, beyan etmek, halka bu endişeleri sun’î olarak telkin için teşebbüs etmektir. “Halkın geçen tecâribden mütenebbih olduğunu ve uyanıklık peyda ettiğini anlayarak memnun olmalıdır. Ben şahsen memnunum.” diyen Rauf Bey’e, bu vesile ile bir noktayı hatırlatmak mümkündür. Halkta, teyakkuz ve intibâh hislerini inkişaf ettirmeğe ömrünü hasretmiş bir adama karşı böyle konuşulmaz ve halkta bu hassasiyetin tecellisini görmekte kendisinin benden ziyade izhâr-ı memnuniyete ne hakkı ve ne de salâhiyeti vardı. Rauf Bey, bütün vatanı düşmanlara işgal sahası yapabilecek Mondros Mütarekenamesi’nin, sevkü’l-ceyş noktasından bahseden maddesini emr-i vâki halinde kabul ettiği zaman, milletin ne kadar dil-hûn ve endişe-nâk olduğunu hissetti mi? Son zamana kadar, Cumhuriyet ilânının ferdasında bile, resminin altına “Mondros Mütarekesi’ni imzalayan fakat Lozan Muâhedenamesi’yle de intikamını alan Rauf Bey” –klişesiyle– tarafdârlarının muntazaman propaganda ettikleri bu zat, Türk milletinin hakikî emellerine, samimî hislerine bizden fazla temas ettiğini, bizden fazla o emeller ve hislerle alâkadar ve münasebettar olduğunu iddiaya kadar ileri varmamalıdır.
Rauf Bey, beyânâtının bir tarafında diyor ki: “Ricâl-i mes’ûle bu hakayıkı (yani Cumhuriyet ilânı esbâbını) en salâhiyettar merci-i müzakere ve karar olan Meclis-i Âli vasıtasıyla milleti tenvîr ve ezhânı tatmîn edecektir. Efkâr-ı umumiyenin bunu bilmesi bir hakk-ı tabiisidir.” Efendiler! Bu sözlerde mantık yoktur. Evvelâ Rauf Bey de demiyor mu ki “hâkimiyet-i milliyeyi bilâ-kayd ü şart tatbik” eden Meclis’tir. O halde hangi ricâl-i mes’ûle, Millet Meclisi’ni pek meşrû’ ve âli bir karar ittihâz ve onu esbâb-ı mûcibesiyle neşr ü ilân etmiş olmasından dolayı istîzâha çekecektir?! Bir memlekette, bir heyet-i ictimâiyede, bir inkılâb yapıldığı zaman elbette onun esbâbı vardır. Ancak o inkılâbı yapanlar, inanmak istemeyen anûd hasımlarını iknaa mecbur mudur? Cumhuriyet’in elbette tarafdârları ve aleyhdârları vardı. Tarafdârlar, ne için ve ne gibi kanaatlere ve mülâhazalara binâen Cumhuriyet ilân ettiğini aleyhdârlara izah ve kanaatlerinde ve icrââtlarında isabet olduğunu isbât etmek isteseler de onların, kasdî temerrüdlerini izâle edebileceği kabul olunur mu? bi’t-tabi tarafdârlar muktedir iseler mefkûrelerini herhangi bir suretle, ihtilâlle, inkılâbla veya eşkâl-i mutebereden geçirerek tatbik ederler. Bu mefkûre inkılâbçılarının vazifesidir. Buna karşı itirazlar, yaygaralar ve irticakârâne teşebbüslerde, aleyhdârların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir. Cumhuriyet idâremizin ilânında Rauf Bey ve emsalinin yaptıkları gibi.
Yorumlar
Yorumları Göster Yorumları Gizle