Dünyanın Önde Gelen Haberleri ve Ansiklopedisi
Slimfit
  1. DİN

Mürebbilikte Zirve Olan Hz.Muhammed (s.a.v)

Mürebbilikte Zirve Olan Hz.Muhammed (s.a.v)
Sakura

Mürebbilikte Zirve Olan Hz.Muhammed (s.a.v)

Rabb kelimesinden türemiş olan mürebbi, terbiye eden manasına gelir. Rabb terbiye fiilidir, Allah’a işaret eder. Rabb kelimesi Kur’anı Kerim’de 968 yerde geçer.
Yüce Allah (c.c)’u öyle bir terbiye edicidir ki, terbiyenin ta kendisi anlamına gelmiştir. Terbiye, bir şeyin olabileceği en son noktaya ulaşması demektir. Alemlerin Rabbi tarafından eğitilerek gelen, mürebbilikte (terbiye edici) zirve olan Hz. Muhammed (s.a.v.) ahlakını Kur’an-ı Kerimden alarak bütün insanlara örnek olacak kapasitede yaratılmıştı. Sa’d b. Hişam: Ben
- Ey müminlerin annesi, bana Rasulüllah’ın (s.a.s.) ahlakını anlat, dedim. O (Âyşe):
- Sen, Kur’an okuyorsun değil mi? diye sordu. Ben:
Evet, okuyorum, dedim. Bunun üzerine o:
İşte Allah Elçisi’nin (s.a.s.) ahlakı Kur’anidi, dedi. (Müslim, Müsafirin, 139.)
 Zihin dünyasının kirlerden arınmışlığı, O’nun ümmi oluşunu ifade etmektedir. Eğitimin zirvesinde oluşu bütün eğitimcileri, sosyologları, pedagogları asırlar boyunca hep düşündürmüş ve O’nun  mübarek hayatını her alanda inceleyerek en Mükemmel insan portresini O’nun üzerinde çizmişlerdir. Her hali insanlara örnek olan bu yüce şahsiyet toplumu terbiye ederken kendisine has peygamberlik düsturuna uymuştur. O’nun bu terbiye metodunu hayata geçiren bahtiyarlar, terbiyede öyle bir kurbiyet kazanmışlar ki, adeta terbiyenin ta kendisi haline gelmişlerdir.
O’nun hayatı insanın iyiliğine müşahhastır. O’nun alem şümûllü oluşu O’na yaklaşmayı ve O’na muhabbet’i artırır. 
Allah (c.c) Kur’an da O’nun ahlakını bizlere anlatır;”Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.”(Kalem, 4)
Bir başka ayette;”Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’ı ve Âhiret Günü’nü hayatlarının gayesi yapan ve Allah’ı çok anan,  O’na çok ibadet edenler için her bakımdan en mükemmel bir örnek vardır.” Ahzab,21)
İslam, bütün insan hayatını kapsayan evrensel bir din olarak, Allah Rasulü ( s.a.v)'i hayatın bütün yanları için takip edilecek en mükemmel bir örnek olduğunu ortaya koymuştur. O, manevî sahada bir mürşit, bir âlim ve muallim, en mükemmel bir ahlâk modeli, bir eğitici, bir devlet başkanı, bir kumandan, bir diplomat, bir eş, bir baba, bir arkadaş, bir komşu ve insanlar içinde onlardan bir fert olarak her sahada topluma örnek olmuştur. O, bütün insanlar için takip edilmesi gereken bir örnek olmakla beraber, bu örnekten istifade etmek iman etmeye bağlıdır.
Fransız tarihçi Lamartine şöyle yazar;
Dünyada başka hiç kimse, önüne O’nunkinden daha büyük bir hedef koymamıştır; Allah ‘la insan arasına sokulmuş batıl inançları ortadan kaldırmak, maddi ve çarpıtılmış ilahlar kaosu arasında kutsal ilâh kavramını yeniden yerleştirmek. Dünyada başka hiç kimse, bu kadar zayıf vasıtalarla insan gücünün bu kadar ötesinde bir işe girişmemiştir ve başka hiç kimse, böylesine büyük ve kalıcı bir ikinci inkılabı gerçekleştirmiş değildir. Eğer gayenin büyüklüğü, vasıtaların azlığı ve neticenin şaşırtıcılığı insan büyüklüğünün üç ölçüsüyse, Muhammed ‘le kim karşılaştırılabilir? O, ( elindeki) Kitaba dayanarak, her dil ve her ırktan insanlardan bir manâ toplumu çıkarmış, bize sahte ilâhlardan nefreti ve gayr-ı maddi Bir Allah tutkusunu bırakmıştır. Arzın üçte birinin inanca teslim olması, O’nun bir mucizesidir. Fikirlerin filozofu, hatibi, elçisi, ortaya koyucusu, cenkçisi ve fatihi; tasvir, timsal ve heykelleri olmayan bir dinin ve yirmi dünyevi ve bir manevi devletin kurucusu Muhammed, insan büyüklüğünün tespitinde kullanılan bütün ölçüler içinde soruyoruz: O’ndan daha büyüğü var mıdır?(Historie de la Turguie,2: 276-277)[Allah Kelam-ı K.Kerim ve Açıklamalı Mealı A. Ünal sh:918)
İlim dünyasını hayrete getiren bu Abide şahsiyet kendi devrinin cahiliye toplumunu öyle bir kıvama getirmiştir ki, cahiliye devrinin insanlarını birer güzide insanlar haline getirerek  “sahabe” ismini almışlardır. Onların her halini bir kanaviçeye nakış örer gibi hassas bir şekilde davranarak en üst mertebelere çıkarmıştır. O (s.a.v) hayatını insanlara feda ederek yaşamış ve insanların kurtuluşu için gece- gündüz dua etmiştir.
“Sen (ey Rasûlüm,) her şeye rağmen müsamaha yolunu tut; iyiliği, güzel ve faydalı davranışları yaymaya çalış ve (gittikleri yoldan da, ne yaptıklarından da habersiz) o cahillere aldırış etme.” Araf,199
Gelen bu beyan karşısında Efendimiz ( s.a.v) , insanlar cahillik yapsa da af yolunu tutarak, ayıplarını yüzlerine vurmadan kardeşi Hz. Yusuf misali “ Bu gün sizi kınamak yok” dercesine, onların kalbini kazanmıştı. Efendimiz (s.a.v)’ın hayatında insanın yeri başkaydı. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun hepsine bağrını açmıştı.
Hz. Peygamber (sav) bilhassa Gayr-i müslimlere gösterilen din ve vicdan hürriyeti; inanç hürriyeti, dinî ayin, ibadet ve öğrenim hürriyeti gibi alanlarda kendini gösterir. İslâm dini önce gayr-i müslimlere de kendi inançlarını koruma izni vermiştir. Hz. Peygamber’in (sav), Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra tanzim ettiği Medine Sözleşmesi’nin 25. maddesi özellikle bu konuya hasredilmiştir:
“Benû Avf Yahudileri, müminlerle birlikte olarak bir ümmet (camia) teşkil ederler.  Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek bizzat kendileri, gerekse mevlâları dahildir”(Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyasîyye, Beyrut 1985, s. 61.)
Allah Rasûlü’nün (sav) gayr-i müslimlere tanıdığı din ve vicdan hürriyeti konusundaki en bariz örnekleri, onun Necran Hıristiyanlarıyla ilgili uygulamalarında görmek mümkündür. Hz. Peygamber (sav), Medine’ye gelen Necran heyetini İslâm’a davet etmiş, ancak onlar cizye ve haraç mukabilinde kendi dinlerinde kalma şartıyla bir barış anlaşması yapmak istemişlerdir. Anlaşmanın konumuzla ilgili kısmında şöyle denilmektedir:
“Onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve tatbikatlarına, hazır bulunanlarına, bulunmayanlarına, ailelerine, mabetlerine ve az olsun çok olsun onların mülkiyetinde bulunan her şeye şamil olmak üzere, Allah’ın himayesi ve Rasûllüllah Muhammed’in zimmeti Necranlılar ve onların tabileri üzerine haktır.  Hiçbir piskopos kendi dinî vazife mahalli dışına, hiç bir papaz kendi vazifesini gördüğü kilisenin dışına çıkarılmayacak, hiç bir rahip içinde yaşadığı manastırın dışında başka bir yere alınıp gönderilmeyecektir…”.(Hamidullah, Muhammed, el-Vesâik, s. 176-179.)
Hz. Peygamber (sav) Necranlılara benzer bir şekilde, dinleri üzerinde kalmak isteyen bir kısım Yemenliye de, geniş din serbestliği tanımıştır. Nitekim bölge idarecisi Muaz b. Cebel’e gönderilen talimatnamede Yemenlilere şu şekilde hitap edilmiştir:
“Ben Muaz b. Cebel’i, sizi hikmet ve iyi söz ile Rabb’inin yoluna davet etmesi için gönderdim. O, Allah’ın razı olduğu şeyi kabul edecek, olmadığı şeyi reddedecektir. İçinizden her kim Allah’ın birliğini ve Muhammed’in (sav) onun kulu ve peygamberi olduğunu kabul eder ve tam bir teslimiyetle İslâm’a girerse, o kişi Müslümanların tüm haklarını elde etmiş ve onların sorumluluklarını yüklenmiş olur. Kim de cizye vermek suretiyle eski dini üzerinde kalmak isterse, o kendi dini üzerine bırakılır. Bu  halde o kimse Allah’ın, onun peygamberinin ve müminlerin koruması altındadır; öldürülmez, esir edilmez, kendisine gücünü aşan sorumluluk yüklenmez ve dinini terk etmesi için kendisine herhangi bir baskı uygulanmaz”.(Hamidullah, Muhammed, el-Vesâik, s. 213.)
Hz. Peygamber’in (sav) gayr-i müslimlere tanıdığı dinî ayin ve ibadetlerini icra etme hürriyeti bunun tabii sonucu olarak kilise, havra vb. gibi mabetlerin korunmasını da içine almıştır.( Özel, Ahmet, “Gayr-i Müslim”, DİA, XIII, 421.)Nitekim Hz. Peygamber’in (sav) Necran Hıristiyanlarıyla yapmış olduğu zimmet anlaşmasında onların mabetlerine dokunulmayacağı yukarıdaki metinde açıkça belirtilmiştir. Ayrıca gayr-i müslimlere dinlerinin esaslarını öğrenme, çocuklarına öğretme hürriyetinin tanınmış olduğunu da aynı metinlerden çıkarmak mümkündür. Zira din ve vicdan hürriyeti; ibadet hürriyeti, dini yaşama, yayma ve öğretme hürriyeti bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Bu hürriyetlerden herhangi birinin ortadan kaldırılması veya kısıtlanması doğrudan inanç hürriyetinin zedelenmesi anlamına gelecektir. Bu nedenle bir piskopos, papaz veya rahibin görev yerinin dahi değiştirilmeyeceği garantisi veren Hz. Peygamber’in (sav), onların inançlarını yayma ve öğretme hürriyetlerini tanımamış veya kısıtlamış olması düşünülemez.(Peygamber’in (Sav) İnsana Ve Haklarına Verdiği Değer Üzerine Makale 9 mayıs 2016 Prof. Dr. Adem APAK)
Efendimiz (s.a.v) bu geçici dünya hayatında geniş yollar açarak hem kendi zamanında, hem de asırlar sonrasına yol haritası çizmişti. Açtığı yollarda yürüyenler hiç bir zaman yolda kalmamış, hedefledikleri istikamette yürümüşlerdir. Dünyanın karanlık, tehlikeli, kapalı yollarını kendi disipline ettiği metotla yok etmiştir. Bu yolda yürümenin yegane şartı fedakarlıktır ki, farklı dinden, farklı kültürden, farklı ırktan insanlarla bir araya gelmiş ve onlara en mükemmel insan modelini kendi yaşantısıyla sunmuştur.
Bu asırda Efendimiz (s.a.v)’in mürebbi hayatına büyük bir ihtiyaç duyulmaktadır. Her fert kendi şahsında O’nu kendisine model insan olarak ele alırsa, okyanus içinde damla misali kendi hayatına da tesir ettiğini görecektir.

 

Kaynak : Konularla İslamiyet

Makaleni beğendinizmi? Sosyal medyada takip edin!

Küfür, hakaret, rencide edici ve büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmayacaktır.

Sakura

San Francisco temelli bir firmanın tavuk tüyünden laboratuarda yetiştirdiği tavuk eti

Editörün Seçimi